-
1 kabul
приём (м)* * *- lü1) приня́тие, согла́сиеkabul müsün? — ты согла́сен?, ты принима́ешь?
kabul ! — согла́сен!
önerimin kabulüne sevindim — я обра́довался приня́тию моего́ предложе́ния
2) приёмresmî kabul — официа́льный приём
3) акце́пт, акцепта́нтkabul olmak — охо́тно приня́ть
kabul olunamaz — неприе́млемый, недопусти́мый тж. ком.
-
2 olmak
",-ur 1. to become, come to exist, come into being. 2. to happen, occur, be, take place. 3. to be (to have or occupy a place or position; to show a certain characteristic): Beşte orada olmalıyım. I ought to be there at five o´clock. Cesur olmalısın. You should be bold. 4. to have (used with possessives): Param olsaydı alırdım. If I´d had the money, I´d have bought it. Benim o semtte bir evim olmalı. I ought to have a house in that part of town. 5. (for time) to pass, elapse, be: Oraya gideli iki yıl oldu. It´s been two years since he went over there. 6. (for something) to be acceptable, be all right, be okay: Olur mu öyle? Can (something like) that be okay? Olur! Okay! Olmaz! No! 7. to ripen; (for food) to be cooked, be done. 8. /a/ (for an article of clothing) to fit. 9. /dan/ to lose, be deprived of: Canından oldu. He lost his life. Kumar yüzünden servetinden oldu. She lost her fortune by gambling. 10. to catch (a disease): Tifo oldu. He caught typhoid fever. 11. to undergo (something): Ameliyat oldu. He underwent an operation. Ahmet yarın imtihan olacak. Ahmet will take an exam tomorrow. 12. /a/ (for something) to be a source of (something) to (someone): Bu ilacın ona çok yararı oldu. This medicine has really helped her. 13. slang to get drunk: Sen bayağı oldun. You´re as drunk as a lord. Oldu. colloq. All right./OK./Very well./Agreed. -la beraber/birlikte although: Parlak bir zekâsı olmamakla beraber para kazanmasını biliyor. He´s no whiz kid, but he does know how to make money. olan/olup biten all (the events) that took place. olup bitmek to happen, take place. olduğu gibi 1. as (one) is, as (it) is: İnsanları olduğu gibi kabul etmelisin. You should accept people as they are. 2. as it (they) happened: Her şeyi olduğu gibi anlatacağım. I will explain everything as it happened. 3. besides being..., in addition to being...; besides having..., in addition to having...: Hasta olduğu gibi, yoksul da. Besides being sick, he is poor. olduğu kadar 1. besides being...; besides having...: Oda küçük olduğu kadar, karanlık da. Besides being small, the room is dark. 2. as much as possible: Hepsini bitirmek zorunda değilsin, olduğu kadar yap. You don´t have to finish it all; do what you can. Olan oldu. What´s done is done. olup olacağı all: Bendeki paranın olup olacağı bu kadar. This is all the money I´ve got on me. Onun olup olacağı bir köy muhtarı. He´ll never be anything more than the mayor of a village. Olup olacağımız toprak mı? Are we nothing more than dust? oldum bittim/oldum olası/oldum olasıya for as long as anyone can remember, from time immemorial, always. oldu olmadı It´s been just about...: Bu işe başlayalı on yıl oldu olmadı. It´s been just about ten years since he began this job. olmak üzere 1. being: İşyerimizde, ikisi Fransız olmak üzere, yirmi eleman var. In our firm we have twenty personnel, two of whom are French. 2. to be on the point of being: Kahven olmak üzere. Your coffee´s just about ready. olur olmaz 1. just any old, whatever, any... that: Olur olmaz her kitabı okuma! Don´t read any old book you happen to see! 2. at random, without thinking: Olur olmaz konuşma! Don´t just talk whenever you feel like it. " -
3 kabul
",-lü 1. acceptance; assent: acquiescence. 2. receiving (someone). 3. I accept it./I agree./I assent. -ümdür. I willingly give my consent. - edilmek 1. to be accepted. 2. to be received (into someone´s presence). - etmek /ı/ 1. to accept; to consent, agree to; to acquiesce in. 2. to receive (someone). - ettirmek /ı, a/ to get (something) accepted by. - günü 1. day when a lady is at home to receive her friends. 2. at-home, informal party given at one´s home. - odası official reception room. -ü olmak to give one´s consent willingly. - olunmayacak duaya âmin demek to expect the impossible. - salonu reception room. - ve tasdik etmek /ı/ to approve, ratify." -
4 yer
местно́сть (ж) ме́сто (с)* * *1) врз. земля́yer atmosferi — земна́я атмосфе́ра
Yerin dönmesi — астр. враще́ние Земли́
yere düşmek — упа́сть на зе́млю
Yer ekseni — астр. земна́я ось
yere oturmayınız — не сади́тесь на зе́млю
yerini sattı — он про́да́л свою́ зе́млю
yerleri silmek — мыть полы́
2) врз. ме́стоyer almak — заня́ть ме́сто в чём
yerini almak — заня́ть чьё-л. ме́сто
yerini değiştirmek — поменя́ть места́ми, переста́вить
yerinden oynatmak — сдви́нуть с ме́ста
yerinde söylemek — сказа́ть к ме́сту
o bir yerde fazla durmaz — он на одно́м ме́сте до́лго не сиди́т
arkadaşınızın yerini bilmiyorum — я не зна́ю, где [нахо́дится/живёт] ваш това́рищ
doğum yeri — ме́сто рожде́ния
kaza yeri — ме́сто ава́рии
ön tarafta bir boş yer var — впереди́ есть одно́ свобо́дное ме́сто (в кино, театре)
park yeri — стоя́нка (автомашин и т. п.)
taksi durak yeri — стоя́нка такси́
toplantı yeri ме́сто — проведе́ния собра́ния
buna yer verilemez — э́тому не должно́ быть ме́ста
yeriniz var mı? — у вас есть свобо́дный но́мер? ( в гостинице) / свобо́дное ме́сто? (в ресторане и т. п.)
3) пункт, ме́стоatanma yeri — ме́сто/пункт назначе́ния
düğüm yeri — узлово́й пункт
gözletme yeri — наблюда́тельный пункт
idare yeri — кома́ндный пункт, пункт управле́ния
konuşma yeri — перегово́рный пункт
4) в соч.bir yerden — отку́да-то
••yere bakan yürek yakan — погов.... в ти́хом о́муте че́рти во́дятся
- yerinde- yere bakmak
- yere baktırmak
- yere batasıca!
- yere batsın!
- yere batmak
- yerle bir etmek
- yerini bulmak
- yere çalmak
- yerin dibine geçmek
- yerin dibine batmak
- yerin dibine girmek
- yerini doldurmak
- yere geçmek
- yerini geçmek
- yeri gelmedi
- yeri gelmeşken... - yeri gökü birbirine katmak
- yerle gök bir olsa
- yerden göğe kadar
- yere göğe koyamamak
- yer etmek
- yerini ısıtmak
- yer kabul etmez
- yerde kalmak
- yerinde kalmak
- yer kapmak
- yerin kulağı var - böyle sözlerin yeri var mı?
- bunu yapsalar yeridir
- yerinde olmak
- keyfi yerinde olmak
- keyfi yerinde değil
- yerine oturmak
- yerinden oynamak
- yeri öpmek
- yere sağlam basmak
- yerinde saymak
- yere sermek
- yeri soğumadan
- yerinde su mu çıktı?
- yerleri süpürmek
- yerlerde sürünmek
- yerini tutmak
- yer vermek
- yere vurmak
- yer yarılıp içine girmek
- yerini yapmak
- yerinde yeller esiyor
- yerden yere vurmak
- yeri yurdu belirsiz -
5 iç
1.1) врз. вну́тренность, вну́тренняя часть (чего-л.)evin içi — вну́тренняя часть до́ма
2) внутренняя часть, заключённая в твёрдую оболочку: сердцеви́на, ядро́ağaç içi — ядро́ древеси́ны
badem içi — минда́лина
ekmek içi — мя́киш
3) начи́нка, фаршkabak içi — начи́нка для кабачко́в
4) вну́тренности, нутро́, утро́баiçi bulanmak — мути́ть, испы́тывать тошноту́
5) се́рдце, душа́, духо́вный мир ( человека)içim ferah — на душе́ у меня́ ра́достно
içimde bir heyecan vardı — у меня́ на душе́ бы́ло ка́к-то неспоко́йно
içime bir şüphe düştü — в меня́ вкра́лись сомне́ния
6) то, что совершается в пределах чего-л.şehir içi haberleşme — внутригородска́я перепи́ска
aile içi ilişkiler — внутрисеме́йные отноше́ния
7) разг. содержа́ние2.1) врз. вну́треннийiç avlu — вну́тренний двор
iç kapı — вну́тренняя дверь
2) ни́жний, нате́льный ( о белье)3.в функции служ. имени- içiınde- içinden••- içini açmak
- içi almıyor
- içine almak
- içine atmak
- içi bayılmak
- içini boşaltmak
- içi cız etti
- içi çekmek
- içine çekmek
- içini çekmek
- iç çekmek
- iç geçirmek
- içi çıfıt çarşısı
- içinden çıkmak
- içini çürütmek
- içi daralmak
- içi dayanmamak
- içine dert olmak
- içi dışı bir
- içi dışına çıkmak
- içine doğmak
- içine dokunmak
- içini dökmek
- içinde duymak
- iç etmek
- içine etmek
- içi ezilmek
- içini ezmek
- içinden geçirmek
- içi geçmek
- içinden geçmek
- içinden gelmek
- iç gıcıklamak
- içi gitmek - içine hüzün çökmek
- içim ısınıyor
- içi içine geçmek
- içine işlemek
- içi içine sığmamak
- içi içini yemek
- içi kabul etmemek
- içi kalkmak
- içi kabarmak
- içi kan ağlamak
- içinden kan gitmek
- içine kapanmak
- içi kararmak
- içi kazınmak
- içi kıyılmak
- içinden bir şeyler kopmak
- içine kurt düştü
- içini kemirmek
- içini kurt yemek
- içinden okumak
- içini okumak
- içine oturmak
- içine öyle gelmek
- içi paralanmak
- içi parçalanmak
- içi parça parça olmak
- içim rahat değil
- içini sarmak
- içine sıçmak
- içi sıkılıyor
- içini sıkmak
- içi sızlamak
- içi burkulmak
- içine sokacağı gelmek
- içi sürmek
- içine tükürmek
- içi yağ bağlamak
- içinin yağı erimek
- içini yakmak
- içi yanmak
- içinden yanmak
- içini yemek
- içinde yüzmek
- para içinde yüzüyor -
6 gün
да́та (ж) день (м)* * *1) деньbir gün daha geçti — а) прошёл ещё оди́н день; б) одна́жды, ка́к-то; ка́к-нибу́дь
bir gün size de uğrarım — я ка́к-нибу́дь загляну́ и к вам
günlerce — на протяже́нии мно́гих дней
günlerden bir gün / günün birinde — в оди́н из дней, одна́жды, ка́к-то раз
bu günlerde — на э́тих днях
gününde — а) в тот же день; б) во́время, своевре́менно
günden güne — день о́то дня, с ка́ждым днём
2) день, да́таdoğum günü — день рожде́ния
gün koymak — а) дати́ровать; б) назнача́ть день
Zafer Günü — День Побе́ды
3) хорошо́ / счастли́во про́житое вре́мяgün görmüştü — он хорошо́ пожи́л, ему́ хорошо́ жило́сь
gün görmemek — не ви́деть све́тлых дней
4) со́лнцеgün ağarmak — рассвета́ть
gün atmak — всходи́ть - о со́лнце
gün batmak — сади́ться - о со́лнце
gün çarpması — со́лнечный уда́р
gün doğmak — а) наступа́ть - о дне; б) перен. повезти́, посчастли́виться
ona da gün doğdu — и ему́ сча́стье привали́ло
gün geçmek — а) перегре́ться на со́лнце; б) получи́ть со́лнечный уда́р
gün görmez / görmedik yer — ме́сто, куда́ никогда́ не захо́дит со́лнце
gün kavuşmak — сади́ться - о со́лнце; вечере́ть
••- gününü beklemekgün güne uymaz — посл. день на день не прихо́дится
- gününü saymak
- gününü gün etmek
- günleri gece olmak
- gününü görmek
- gününü göstermek
- gün ışığına çıkmak
- gün yapmak
- günü yetmiş -
7 karar
резолю́ция (ж)* * *1.1) реше́ниеkarar kabul etmek — приня́ть реше́ние
2) реше́ние, постановле́ниеmahkeme kararı — постановле́ние суда́
3) стаби́льность, постоя́нствоhavanın hiç kararı yok — у пого́ды нет постоя́нства
4) темп2.makine bir karar üzere çalışır — маши́на рабо́тает в определённом те́мпе
в необходи́мом коли́честве; ни бо́льше ни ме́ньшеyemeğin tuzu karar — со́ли в пи́ще доста́точно
••- saat dört karar
- karar almak
- karar altına almak
- karara bağlamak
- kararında bırakmak
- karar bulmak
- karara kalmak
- karar kılmak
- kararında olmak
- gitmek karardayım
- karara varmak
- karar vermek -
8 nispet
1.1) пропо́рция, соотноше́ние, соразме́рностьnispetinde — соотве́тственно, пропорциона́льно чему
nispet etmek — а) соразмеря́ть; б) сра́внивать
nispet kabul etmek — прира́внивать, счита́ть одина́ковым / ра́вным
2) связь, отноше́ние2.nispeti olmak — име́ть отноше́ние
назло́, напереко́рnispet vermek / yapmak — поступа́ть / действовать назло́, напереко́р
bunu bana nispet yapıyor — он э́то де́лает назло́ мне
-
9 almak
almak <- ır> nehmen (-i A); (satın \almak) kaufen; MED ilaç einnehmen; MED organ, cenin entfernen; iş, öğüt, izin vs bekommen; (kabul etmek) annehmen; (elde etmek) erzielen; ürün einbringen; koku vs wahrnehmen; kız zur Frau ( oder als Schwiegertochter) nehmen; ölçü nehmen; kiracı aufnehmen; in ein Verzeichnis vs (çekmek) rücken, verschieben; radyo vs empfangen; şehir einnehmen; nehir mit sich fortreißen; içerebilmek fassen;banda almak aufs Band aufnehmen;sağa almak nach rechts verschieben; rechts anhalten;su almak leck sein;şakaya almak als Scherz auffassen;omuzlarına almak sich (D) überwerfen; schultern;alıp götürmek wegtragen, abfahren, abtransportieren;-in b-le bir alıp veremediği var/olmak mit jemandem nicht auskommen können;alıp yürümek um sich greifen;al sana …!, alın size …! da haben wir …!; -
10 taraf
taraf Seite f; Gegend f; Richtung f; JUR Partei f; Familie f (z.B. der Braut); (z.B. vorderer) Teil; Sorte f, Art f;(-in) taraf(ını) tutmak, -den tarafa çıkmak (oder olmak) für jemanden sein, (jemandes) Partei ergreifen, sich einsetzen (für jemanden);ana tarafından mütterlicherseits;her tarafı am ganzen Körper (zittern);dünyanın her tarafında überall in der Welt;her tarafta überall;dört bir tarafta an allen Seiten, ringsherum;üst taraf Anfang m; Rest m (der Schuld);tarafıma für mich;tarafımdan von mir; durch mich; meinerseits;tarafından beim Passiv von D, durch A, seitens G, im Auftrag von D;öneri bakanlık tarafından kabul edildi der Vorschlag wurde vom Ministerium angenommen -
11 hristiyanlaşmak
تنصر [تَنَصَّرَ]Anlamı: hristiyan olmak, hristiyanlığı kabul etmek
См. также в других словарях:
KABUL-İ ADEM — Kalben ademi kabul etmektir. Hakkı inkâr etmek, hatalı bir hüküm ve itikattır. Hak mesleği kabul etmeyip indi ve şahsi görüşünü ileri sürerek başka bir yolda gitmektir, bir iltizamdır. İmânın zıddına şahsi görüşüne tâbi olmak, bâtılı kabul… … Yeni Lügat Türkçe Sözlük
kabul etmek (veya eylemek) — 1) bir şeye isteyerek veya istemeyerek razı olmak Kabul ettiler, meclis dağıldı. M. Ş. Esendal 2) yanına, katına almak ... beni bahçesinde çınar ve dut ağaçlarının gölgesinde kabul etti. A. Haşim 3) bir armağanı almak 4) onaylamak … Çağatay Osmanlı Sözlük
münkir olmak — kabul etmemek, inkâr etmek Kurban kılayım bu canı aşka münkir olmayayım / Aşktır bu derdin dermanı aşk yolunda verem canı Yunus Emre … Çağatay Osmanlı Sözlük
dünden hazır olmak (veya razı olmak) — kendisine yapılan bir öneriyi seve seve ve hemen kabul etmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
muvafık olmak — uygun düşmek, kabul edilebilir olmak Balkanlardan denizi seyretsek daha muvafık olur. R. H. Karay … Çağatay Osmanlı Sözlük
moda olmak — (bir şey) yaygın duruma gelmek, herkesçe kabul edilmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
Azraile bir can borcu olmak (veya kalmak) — 1) nasıl olsa öleceğini kabul etmek 2) hiç kimseye borcu kalmamak, bütün borçlarından kurtulmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
mağlup olmak — 1) yenilmek Gelen imdat kuvvetinden vaktiyle haber alamıyor, mağlup oluyoruz. O. S. Orhon 2) mec. isteğine karşı duramamak, gerçekleşmemesi gereken bir şey için iradesizlik gösterip direnememek ve yapılmasını kabul etmek Bu hevesine mağlup… … Çağatay Osmanlı Sözlük
midesi almamak (veya kaldırmamak veya kabul etmemek veya götürmemek) — 1) hastalık, tiksinme vb. sebeplerle bir şeyi yiyememek 2) mec. çirkin bir şey karşısında huzursuz olmak, rahatı kaçmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
razı olmak (veya gelmek) — uygun bulmak, beğenmek, benimsemek, istemek, kabul etmek Allahın emri, Peygamberin kavliyle varmaya belki razı olurum. H. R. Gürpınar … Çağatay Osmanlı Sözlük
teslim olmak — 1) üstün bir güç karşısında mücadeleden vazgeçip yenilgiyi kabul etmek Şehir yağma edilmesin diye teslim olmasını bekliyor. O. C. Kaygılı 2) kendini teslim etmek Pençesindeki nefis ve inatçı avın, gözyaşlarıyla teslim oluşundan sevindi. Ö.… … Çağatay Osmanlı Sözlük